Ahmak sinirlendiğini hemen belli eder ama ihtiyatlı olan aşağılanmaya aldırmaz. (Özd. 12:16)
Eşim: “Canım, orada sola dönmen gerekiyordu.”
Ben: “Hayır – bu kestirme yol (…Umarım!)”
Eşim: “Hayatım, yol buzlu; yavaşlarsan iyi olur.”
Ben: “Yooo! Araba kullanmayı biliyorum.” [bunu sessizce söyledim]
Eşimi seviyorum ve ona saygı duyuyorum – öyleyse neden zaman zaman bana araba kullanmayı öğretmeye kalktığında savunmaya geçiyor ya da ters cevap veriyorum? Çünkü iyi bir sürücü olduğuma eminim! Yüreğimden şöyle geçiriyorum: Sen benim kim olduğumu bilmiyor musun? Mario Andretti’nin benden üstünlüğü yok!
Çoğunlukla insanların söyledikleri şeyler bizi gücendirir çünkü “Haklıyım; Daha iyiyim, Daha önemliyim; Daha değerliyim” diye düşünürüz. Bunu sesli olarak ifade etmeyebiliriz ama kendimizle ilgili üstün düşüncelerimiz, dışarıdan iyi görünmek için giriştiğimiz çabalardır. Bu şekilde insanların bizi olduğumuzu düşündüğümüz kadar önemli, güzel, yetenekli ve güçlü olarak gördüğünden emin olmaya çalışırız. Kolayca utanıyor musunuz? Sık sık gücenip savunmaya geçiyor musunuz? Büyük olasılıkla bunun nedeni yüreğinizdeki insan korkusudur.
Süleyman’ın Özdeyişleri bize, “Ahmağın öfkesi hemen bilinir” der. Öfke sözcüğü yüreğin huzursuz, kışkırtılmış, tahrik olmuş, duygusal yönden patlamaya hazır durumunu tarif eder. Süleyman’ın Özdeyişleri’nin kınadığı sorun, hakarete uğradığınızda hissettiğiniz burukluk değildir. Sorun, öfkenin hemen bilinmesidir. Ahmak önce konuşur, sonra düşünür.
Rab korkusudur, bilgeliğin temeli!
Oysa sağduyulu kişinin “hakareti görmezden geldiği” söylenir. Sağduyulu insanlar hakaretler yokmuş gibi davranmazlar. Bunun yerine sakinleşirler, dua ederler ve sonra karşılık verirler. Peki ama bunu nasıl yapabiliyorlar? İnsanlardan korkanlar, başkalarının kendileriyle ilgili düşüncelerinin kontrolü altındadırlar ve bu yüzden de imajları tehdit edildiğinde, adeta hayatları buna bağlıymış gibi imajlarını savunmak için düşünmeden tepki gösterirler. Oysa Tanrı’dan korkanlar, bir hakareti görmezden gelebilir ya da kabahatli kişi hakkında en iyisini varsayabilirler. En önemli şeyin başkalarının kendileri hakkındaki değil, Tanrı hakkındaki düşünceleri olduğunu bilirler. Bu noktada Süleyman’ın Özdeyişleri’nin bize Rab korkusunun bilgeliğin başlangıcı olduğunu öğretmesi hiç şaşırtıcı değildir (bkz. Özd. 1:7; 9:10)!
Düşünün: Bir dostunuz sizi günahınızla yüzleştirdiğinde savunmaya mı geçersiniz? Derhal inkâr yoluna gidip onların günahlarına mı parmak uzatırsınız? Okulda dikkate alınmadığınız zaman önemsenmediğinizi mi hissedersiniz? Fark edilmediğinizde ya da teşekkür almadığınızda ne olur? Size haksızlık yapıldığında nasıl karşılık verirsiniz? Ya da size hakaret veya saygısızlık edildiğinde? Doğru karşılık vermenin bir kısmı, yanlış karşılık verme eğilimimizi fark etmektir.
Harekete Geçin: Bir odaya adım atarken amacımız önemli görülmek yerine hizmet etmek olsa, savunmacı tutumumuz nasıl da çabuk kaybolur! Bir sonraki savunmaya geçme ayartısıyla karşılaştığınızda, Mesih’i örnek alın: “Kendisine sövüldüğünde sövgüyle karşılık vermedi, acı çektiğinde kimseyi tehdit etmedi; davasını, adaletle yargılayan Tanrı’ya bıraktı” (1.Pe. 2:23). Bunu günahlarımızı kendi bedeninde taşımak için yaptığını hatırlamak (24. ayet), kendimizi savunma ihtiyacına girmek yerine kendimizi Tanrı’ya emanet etmemize çokça yardımcı olur.
Yazar: ZACH SCHLEGEL