Geçenlerde, C. S. Lewis’in Özde Hristiyanlık adlı kitabı üzerine bir kitap kulübü tartışmasına katıldım. Çalışmanın birkaç haftasından sonra, normalde son derece uysal olan Lewis hayranları birden sanki ellerinde palmiye dalları sallayıp, “onu çarmıha gerin!” diye haykırır oldular.
Bu darbe girişimi, Lewis’in “Sevgi” (Hristiyan sevgisi) üzerine olan bölümünde değindiği şu ilkeden ortaya çıktı:
Hepimiz için geçerli olan kural, son derece basittir. Komşunuzu “seviyor” olup olmadığınızla zamanınızı harcamayın; seviyormuş gibi [onu sevseydim nasıl davranırdım diye düşünüp öyle] davranın.
“Küfür bu!” diye haykırdı birkaç kişi. Bir adam üzerinde Polo gömleğini yırtmaya çalışır gibi oldu. “Bu söz” dedi kendini önderleri belirleyen bir tanesi, “‘gerçekten başarana dek -mış gibi yap’ mantalitesine benziyor ve Hristiyan sevgisi kavramında böyle bir şeye yer olamaz.”
“İçten olmayan sevgi, sevgi değildir!”
“İçten bunu hissetmiyorsan, yapamazsın.”
“Benim kuralım %100’ü ortaya koymak.”
Shakespearci güruhun sesi arttıkça arttı ve şikayetlerin ardı arkası kesilmedi.
Gerçek Sizden Daha Fazlası Olun
Hristiyan köylüler tırpanlarını ellerine aldıkça, açık bir biçimde ortaya çıktı ki, onların gözünde Lewis, kendini gerçekleştirme yasasını, yani gerçek sen olma yasasını çiğnemişti. Psikoloji bilimi, neslimizi kişinin kendini ifade etmesinin en yüce iyilik olduğu düşüncesiyle ablukaya almıştır. Eğer içinizden gelmiyorsa, “otantik” değildir ve dolayısıyla gerçek de değildir. Bu düşünce aynı zamanda sevginin her zaman içimizin derinliklerinde sıcak bir duygudan oluştuğunu ifade eden sevgi tanımıyla birlikte, şu sonucu ortaya çıkarmaktadır: Kişinin içinden gelmese bile sevgi dolu davranması, baskıcı ve sevgiye zarar veren bir şeydir.
“İçinden gelene kadar bekle” tarzındaki sevginin temel sıkıntısı, bunun Kutsal Kitap’tan değil, Hollywood’dan geliyor olmasıdır. İsa’nın verdiği iki büyük buyruğu kökünden sarsmaktadır. Tanrı’yı tüm varlığımızla sevme ve başkalarını kendimiz gibi sevme buyruğu, çoğunlukla bu tür bir sevgi anlayışına karşı çıkmakta, doğal arzularımıza baskı yapmakta ve kendimizi gerçekleştirmemizi zorlaştırmaktadır:
- Size hata etmiş olsunlar ya da olmasınlar, komşunuzu kendiniz gibi sevin.
- Ne kadar beğenilmeyen kişiler olurlarsa olsunlar, komşunuzu kendiniz gibi sevin.
- Onlarla tanışana dek farkına varmadığınız, gözünüzde sinir bozucu olan tüm noktalara sahip olsalar bile, komşunuzu kendiniz gibi sevin.
Ya da daha da önemlisi:
- Ne kadar meşgul olursanız olun, Tanrı’yı her şeyinizle sevin.
- Ona ne kadar kızgın olursanız olun, Tanrı’yı her şeyinizle sevin.
- Ne kadar hasta, yorgun veya şaşkın olursanız olun, Tanrı’yı her şeyinizle sevin.
Hiçbir dipnot, hiçbir yıldız imi veya hiçbir nitelik, bu iki buyruğun özünü bozamaz. “İçinden gelmemek” aşılması gereken bir sorundur, itaatsizlik için bir bahane değil.
O Gerçekleştirene Dek, -Mış Gibi Yapın
Lewis’in ifade ettiği ilkeden tedirgin olan bu erkekler ve kadınlar, bundan haklı olarak rahatsızlık duydular çünkü idealde, hislerimizin Tanrı’ya ve başkalarına karşı olan davranışlarımızdan önce gelmesi gerekir. Ancak yalnız değilsem, durum çoğunlukla böyle değildir. Hislerimiz olgunluktan uzaktırlar. Surat asmaya, bağırıp çağırmaya ve sessiz agresifliğe meyillidirler. Üstelik maalesef, hislerimiz çoğunlukla en çok sevdiğimiz insanlara çatarlar.
Öyleyse, yozlaşmış hislerimizin kurtuluşa tümüyle kavuşmadığı gerçeği karşısında, sevesimizin olmadığı durumlarda ne yapmamız gerekir? Benim önerim şu: O gerçekleştirene dek, -mış gibi yapın.
Kitap kulübündeki itirazcılar sen-gerçekten-başarana-dek-mış-gibi-yap felsefesine aceleyle karşı çıkmakta haklılardı çünkü kalıcı olan, bizden gelmez. İnsanlara karşı anlık bir sempati ve şefkat geliştirebiliriz ama başkalarına karşı derin yürek değişimi (Tanrı’yı onurlandıran ve diğerlerini gerçekten seven türden bir değişim), Tanrı’nın kendisinden doğar (Galatyalılar 5:22-23). Hatta bu, yalnızca Tanrı’nın bize yeni bir yürek vermesiyle mümkündür.
İmanla Eyleme Geçmek
Yani, eyleme geçmeliyiz.
İçsel hislerinizin sizde bir başkasına karşı uygun sevgiyi doğurmasını beklemek yerine, Lewis’in soracağı şu soruyu sorun: Bu kişilere karşı uygun duyguları besleseydim, ne yapardım? Kanepeden kalkıp eşimden özür mü dilerdim? Yıllardır konuşmadığım aile üyemi mi arardım? Komşumu akşam yemeğine mi davet ederdim?
Size Tanrı tarafından verilen zihinle sevmenin nasıl yaşantıya geçtiğini düşünün ve sonra yapın.
Eylemde bulunurken de dua edin.
Sonsuza dek eylem ve duygu arasında sıkışıp kalmak istemeyiz ve Tanrı’ya hamt olsun ki, kalmayacağız. Ancak O’nun mükemmelliğine dönüştürülmeyi beklerken (1. Yuhanna 3:2), Tanrı’ya bizim özgürleştirilmiş ancak çoğunlukla fazla mızıkçı olan yüreklerimizi daha da açması için umutla dua ederiz. Gereken duygulara sahipmişiz gibi, duayla eyleme geçeriz. Yük arabasını atın önüne koyar ve Tanrı’ya atı dört nala koşturması için yalvarırız. Aynı yerde çalıştığımız kişinin görüşlerine sanki o kişiyi seviyormuşuz gibi nezaketle karşılık verir, Tanrı’dan da bize onlara yönelik gerçek bir sevgi vermesi için dua ederiz.
Bu tür sevgiyi ifade etmek için kullanılabilecek bir başka kelime basitçe imandır. Adet olduğu gibi dişlerimizi gıcırdatıp “-mış gibi” yapmayız. Mesih’e bakarak ve O’nun Ruhu’nun bizde başlatmış olduğu şeyi tamamlamasını bekleyerek (Filipililer 1:6) “-mış gibi” yaparız. Eylemimizde iman olmadan, Ferisiler gibi davranır ve Tanrı’yı hoşnut etmeyiz (İbraniler 11:6).
Büyük Sır
Harika olan şu ki, Tanrı çoğunlukla hissetmeden eyleme geçtiğimiz zamanlarda ihtiyacımız olan hisleri bize sağlamaktadır. Lewis’in şu cümlede muhteşem bir şekilde açıkladığı gerçeği şahsen tecrübe ettiğim olmuştur:
Bunu yapar yapmaz, büyük sırlardan birini buluruz. Bir kişiyi seviyormuş gibi davrandığınızda, derhal o kişiyi sevmeye başlarsınız. Eğer hoşlanmadığınız bir kişiyi incitirseniz, kendinizi ondan daha da az hoşlanır bir hâlde bulursunuz.
Eylemlerinizin çoğunlukla hislerinizden doğduğu doğrudur ama hislerinizin eylemlerinizden doğduğu da aynı şekilde doğrudur. “Sahici sevgi” adı altında eylemsiz kalmak, aslında eyleme geçmeniz hâlinde akabilecek bir sevgi selini kesmiş olur.
Şu anda iyi arkadaşlarım olan bazı kişilere ilk başta tahammül edemezdim. Ancak Tanrı bende çalıştıkça, onları gerçekten sevmeye başlamadan önce seviyormuş gibi davranabildim ve gerçek sevgi akabinde çok geçmeden geldi. Enerjimi, zamanımı ve aklımı bu kişilere verdikçe, yüreğim de bu kişileri aslında seviyor olduğuma daha çok ikna oldu.
Sevgi, bize çoğunlukla hissetmeden eyleme geçtiğimiz zaman verilen bir Tanrı armağanıdır.
O Zaten Yapmıştır
Bu ilkeyi hayatıma daha çok uygulamaya çalıştıkça, daha da çok uygulanabilir olduğunu gördüm.
- İnsan korkusuyla mı ayartılıyorsunuz? Tanrı’ya yaraşır olmayan bu korkunuz olmasaydı, nasıl davranırdınız? Öyle davranın ve Tanrı’nın sizi insandan değil kendisinden korkmaya yöneltip özgürleştirmesi için dua edin (Yeşaya 8:12-13).
- Kaygıyla mı ayartılıyorsunuz? Bu durumda tüm yüreğinizle Tanrı’ya güvenmek nasıl görünürdü? (Süleyman’ın Özdeyişleri 3:5). Öyle davranın ve Tanrı’ya size kendi esenliğini vermesi için dua edin (Yuhanna 14:27).
- Şehvetle mi ayartılıyorsunuz? O kadına, o adama veya bilgisayara, Tanrı’yı onurlandıran bir biçimde yaklaşmanız nasıl görünürdü? Öyle davranın ve yüreğinizde hâlâ baş göstermekte olan şehvet duygularını yok etmesi için Tanrı’ya dua edin.
Günün sonunda, O gerçekleştirene dek -mış gibi yaparız çünkü nihayetinde, O zaten gerçekleştirmiştir. “Bir kimse Mesih’teyse, yeni yaratıktır; eski şeyler geçmiş, her şey yeni olmuştur” (2. Korintliler 5:17). Olmadığımız şeyi sahte bir biçimde taklit etmeyiz; içimizden en az geldiği anda, zaten olduğumuz şeyi kuşanırız (Koloseliler 3:1-17).
Hristiyan olarak, seviyor gibi yapmamızın sebebi gerçeği inkâr etmek değil, bu gerçeklikte daha dolu bir biçimde yaşamaktır.
Yazar: GREG MORSE